HAZIRLANAN YENİ MADEN KANUNU İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELER- II (Ocak 2020)

Dergimizin Ekim 2019 sayısında yayınlanan “Hazırlanan Yeni Maden Kanunu İle İlgili Düşünceler” başlıklı yazıda; Maden Kanununda yapılacak değişikliklerin kamuoyunda “Torba Yasa” olarak adlandırılan çıkarılış şekliyle değil, kamu, özel sektör ve sivil toplum örgütlerinin geniş tabanlı iştirakleri ile şeffaf, katılımcı, çoğulcu bir müzakere süreci sonunda hazırlanması halinde Maden Kanununun çok daha sağlıklı ve kalıcı olacağı, sadece Maden Kanununda değişiklik yapılmasının yetmeyeceği, Maden Kanununda yapılacak düzenlemelere paralel olarak Çevre Kanunu, Orman Kanunu, Mera Kanunu, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun gibi tüm ilgili mevzuatın günümüzün ihtiyaçlarını karşılayabilecek şekilde yenilenmesi ve bu Kanunlarda bulunan madenciliğin önündeki engel hükümlerin ayıklanması gerektiği, hukuk devleti ilkesinin bir gereği olan ölçülülük ilkesinden uzaklaşıldığı ve Maden Kanununun adeta ceza kanununa dönüşmüş olduğu bu nedenle idari para cezalarının gerek sayı gerekse miktar ve oranlarının azaltılması gerektiği, Maden Kanununun “Madencilik faaliyetlerinde izinler” başlıklı 7. maddesinin 7. fıkrasında yer alan ”Kazanılmış haklar” kavramının güçlendirilerek işletme ruhsatı verildikten sonra yeni ya da ilave izin alma mükellefiyetinin bulunmayacağının netlikle belirtilmesinin gerekli olduğu, 6183 sayılı Kanunun “Amme alacağı ödenmeden yapılmayacak işlemler ile işlem yapanların sorumlulukları” başlıklı 22/A maddesi kapsamında vadesi geçmiş borcunun bulunmaması şartının Maden Kanunundan çıkarılması gerektiği, uygulamada karşılaşılan sorunların ve bunlara karşı getirilmeye çalışılan çözüm önerilerinin yukarıda belirtilenlerle sınırlı olmadığı daha çok sayıda sorun bulunduğu bunun da ayrı bir yazının konusunu oluşturacağına değinilmiştir.

Bu yazımızda da mevcut sorunlar karşısında çözüm önerileri ile birlikte yeni Maden Kanununda yer alması gerekli görülen hususlara değinilmiştir.

Uzun izin prosedürleri ruhsat sahiplerini yıldırmaktadır. Çünkü Maden Kanununun 7. maddesi gereği alınması gereken izinler; ÇED (Çevresel Etki Değerlendirme) izni, mülkiyet izni (mera tahsis amacı değişikliği, orman izni) ve gayri sıhhi müessese (gsm) kapsamında işyeri açma ve çalışma ruhsatıdır. Ruhsat sahipleri Maden Kanununun 7. maddesinde öngörülen bu izinler açısından tamamıyla maden işletme ruhsatını veren idarenin (Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü) dışındaki başka idarelere bağlıdır. Bu izinlerin verilmesine ilişkin bütün iş ve işlemler, izni verecek ilgili kamu kurum ve kuruluşu tarafından ve kendi mevzuat hükümlerine göre sonuçlandırılmaktadır. ÇED izni, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından, mülkiyet izni kapsamında mera tahsis amacı değişikliği, Tarım ve Orman Bakanlığı İl Tarım ve Orman Müdürlükleri tarafından, orman izni ise Orman Genel Müdürlüğü tarafından, İşyeri açma ve çalışma ruhsatı ise Valilikler ya da İl Özel İdareleri tarafından verilmektedir.

Bir başka deyişle; Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü tarafından işletme ruhsatı verildikten sonra madencinin kaderi, izni verecek diğer kamu kurum ve kuruluşlarının eline bırakılmaktadır. Kendi ihmal ve kusurları dışında izni verecek ilgili kamu idaresinin geç işleyişi nedeniyle izinleri zamanında alamayan ruhsat sahiplerine ağır idari para cezaları uygulanmaktadır. Maden Kanununun 24. maddesinin 11. fıkrası uyarınca işletme ruhsatı yürürlüğe girdikten sonraki üç yıl içerisinde Kanunun 7. maddesinde öngörülen izinlerin alınarak Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğüne verilmemesi durumunda her yıl için 50.000 TL. (Güncel olarak 95.161 TL.) idari para cezası uygulanmaktadır.

Maden Yönetmeliğinin 37. maddesinin üçüncü fıkrasının (b) bendinde; “İşletme izinli sahalarda beklenmeyen hal kapsamındaki diğer kurumlardan alınması gereken izinlerin alınamaması durumunda, ruhsat sahibinin izin alınmamasında bir kusurunun olup olmadığı gerekirse ilgili kamu kurum ve kuruluşlarından görüş alınarak açıklığa kavuşturulur. Ruhsat sahibinin gerekli iznin alınamamasında bir kusuru yok ise beklenmeyen hal kapsamında değerlendirilir.” düzenlemesi bulunmakta ise de bu düzenleme işletme izinli sahalar için geçerlidir. Bu nedenle maddenin başlangıcındaki “İşletme izinli sahalarda” tümcesi madde metninden çıkarılarak Kanun maddesi halinde yeniden düzenlenmelidir.

Orman bedelleri başka ülkelerle kıyaslandığında ödenemeyecek seviyelerde ve çok yüksektir. Bu bedeller mutlaka azaltılarak ödenebilir makul seviyelere indirilmelidir.

Çok özel durumlar dışında ruhsat iptali olmamalıdır. Ruhsat hukuku olabildiğince ayakta tutulmalı, ruhsat güvencesinin ortadan kalkmasına mani olunmalı, ruhsat iptalleri zorlaştırılmalı dolayısıyla ruhsat güvencesi sağlanmalıdır. Bu sağlandığı takdirde şu anda öngörülemez hale gelen yatırım süreçleri daha belirgin hale gelecek, sektörün önü açılmış olacaktır.

Ruhsat bedeli ve devlet hakkı bazı maden gruplarında çok yüksektir (Taş ocakları ve mermer) ve makul seviyelere çekilmesi gerekir. Bazı maden gruplarında ise çok düşük seviyelerdedir (Altın, gümüş, ağır metaller) ve artırılması gerekir. Taş ocaklarının, mermerin, kömürün, metal madenciliğinin devlet hakkı farklarına bakıldığında bu hali ile aralarında fazla bir fark bulunmadığı görülmektedir.

Bor Tuzları, Trona ve Asfaltit Madenleri ile Nükleer Enerji Hammaddelerinin İşletilmesini, Linyit ve Demir Sahalarının Bazılarının İadesini Düzenleyen 2840 Sayılı Kanun hükümlerin saklı olduğu hepimizin malumudur. Bu madenler dışında kalan ve Maden Kanununun V. (c) Grubu madenleri ile ilgili olarak son yıllarda giderek artan ruhsatlandırmalara dikkat edilmelidir.

Türk Ticaret Kanunu’na göre kurulmuş, mevcut durum itibarıyla yürürlükte olan 118 farklı yabancı firmaya ait 593 maden ruhsatı bulunduğu, mevcut durum itibarıyla yürürlükte olan maden ruhsat sahalarından 206 adet ruhsatın, Türk Ticaret Kanunu’na göre kurulmuş yabancı yatırımcı şirketler tarafından ihale yolu ile alındığı, yabancı yatırımcı şirketler tarafından ihalesi kazanılan 14 adet saha için ise işletme projesi verildiği ve işlemlerinin devam ettiği Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından açıklanmıştır. Ancak Maden Kanununun V. (c) Grubu madenlerinden alınan Devlet hakkı düşüktür ve artırılması gerekir.

Milli menfaat kavramı ilk defa Maden Kanununa 28.02.2019 tarih ve 30700 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Maden Kanunu İle Bazı Kanunlarda ve Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair 7164 sayılı Kanun ile girmiş, bu Kanunun 4. maddesi ile Maden Kanununun 1 inci maddesinin birinci fıkrasına “madenlerin” ibaresinden sonra gelmek üzere “milli menfaatlere uygun olarak” ibaresi eklenmiştir

Madenler üretilmekle tükenen ve üretildikten sonra bir daha yerine konulması mümkün olmayan, suni olarak ta oluşturulma imkanı bulunmayan yer altı zenginlikleridir. Maden kaynakları milli menfaatlere uygun olarak üretilecek ise bu husus gözden uzak tutulmamalıdır. Mevcut Maden Kanununun esası madenlerin kaynak kaybına yol açmayacak şekilde ekonomik olarak işletilmesi esasına dayanır. Ancak Kanunun genel gerekçesinden bu anlaşılmakla birlikte mevcut Yasa da buna ilişkin açık bir hüküm yoktur. Buna “milli menfaat” kavramı da eklenerek madenlerin kaynak kaybına yol açmayacak şekilde ve milli menfaatlere uygun olarak ekonomik bir şekilde işletilmesi esastır hükmü yeni çıkarılacak yeni Yasa da yer almalıdır.

Maden Kanununun 7. maddesinde; “Çevresel etki değerlendirmesi işlemleri Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından, diğer izinlere ilişkin işlemler de ilgili bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarınca çevresel etki değerlendirmesi sürecinde en geç üç ay içinde bitirilir. Bakanlık ve diğer bakanlıkların mevzuatının gerektirdiği maddî yükümlülükler ruhsat sahibi tarafından karşılanır.” hükmü yer almaktadır.

Madde metninde tüm izinlerin ÇED süreci içinde ve en geç üç ay içinde bitirileceği hüküm altına alınmış olmasına rağmen bugüne kadar hiç uygulanmamış ve ölü doğmuş bir hüküm olarak kalmıştır. Yeni Kanunda bu maddeye işlerlik kazandırılmalı ve ÇED sürecinde diğer bütün izin süreçleri de tamamlanmalı bu süreç aşıldıktan sonra bir takım yaptırım ve yeni izin süreçleri getirilmemelidir

Yerel yönetimler yaptıkları hizmetler yönünden olduğu kadar, bir ülkenin demokratik rejimi yönünden de büyük önem taşımaktadır. Bu yönetimlerin yaptıkları hizmetler, insan yaşamını doğrudan etkileyen ve insanların en yakından izledikleri ve değerlendirdikleri hizmetlerdir. Bu yüzden yerel yönetimlere devlet hakkından pay ayrılması gerekir.