İDARİ İŞLEMLERE KARŞI AÇILACAK DAVALARDA SÜRENİN, YAZILI BİLDİRİM TARİHİNDEN BAŞLAYACAĞI KURALI KARŞISINDA, 'ZIMNİ RET' KAVRAMINA HUKUKSAL YAKLAŞIM (Temmuz 2016)

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlıklı 11. maddesinde; Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu ifade edilmiş, “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde de “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” hükmüne yer verilmiştir.

Bu bağlamda, Anayasanın “Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma” başlıklı 90. maddesinin son fıkrasında; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 07.05.2004 günlü, 5170 sayılı Yasanın 7. maddesi.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmü getirilmiştir.

Bu hüküm ile usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası andlaşmaların iç hukuk sistemine yansıtılma yöntemi belirlenmiştir. Buna göre, bu andlaşmalardan temel hak ve özgürlüklere ilişkin olanlarla yasaların aynı konuda farklı hükümler içermesi durumunda uluslararası andlaşma kurallarının esas alınması Anayasal bir gerekliliktir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (Sözleşme, AİHS) 6/1. maddesinde; “Herkes, gerek medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili nizalar, gerek cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir….” kuralı yer almıştır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 36533/04 başvuru numaralı Mesutoğlu-Türkiye kararında özetle; “Mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını, başvurunun kabul edilebilirliğine ilişkin koşullarla ilgili olarak bazı sınırlamalara tabi olabildiğini, bununla birlikte getirilen kısıtlamaların, hakkın özünü ortadan kaldıracak ölçüde, kişinin mahkemeye erişimini engellememesi gerektiğini, mahkemeye erişim hakkına getirilen bu tür sınırlamaların ancak meşru bir amaç güdüldüğü takdirde ve hedeflenen amaç ile başvurulan araçlar arasında makul bir orantı olması halinde Sözleşmenin 6/1. maddesi ile bağdaşabileceğini, dava açma hakkının doğal olarak yasayla belirlenen şartları olmakla birlikte, mahkemelerin yargılama usullerini uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten, öte yandan kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir gevşeklikten kaçınmaları gerektiği” ifade edilmiştir.

Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin görevine giren uyuşmazlıkların çözümü 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununda gösterilen usullere tabidir. 2577 sayılı Yasada yer alan kurallar idari usulü belirleyen kurallar olmayıp, yargılama usulünün belirlenmesine ilişkin kurallardır. İdareye yapılan başvurunun altmış gün içinde yanıtlanmamasının ret sayılması, idareye değil bu Yasa ile vatandaşlara sağlanmış bir güvencedir. Ancak Yasalarımızda bu güvencenin sağlanmış olması, idarenin Anayasal yükümlülüğünü (Yanıt verme) ve vatandaşın güvencesini (İdari dava açma süresinin yazılı bildirimden başlamasını) ortadan kaldıramaz.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu, idare hukuku doktrininde ve Danıştay içtihatlarında, idari başvurular karşısında idarenin sessiz kalmasının “Zımni ret” olarak nitelenen bir idari işlem sayılacağını öngörülmekte ise de zımni ret müessesesi günümüzde bireylerin idare karşısındaki hak ve özgürlüklerini korumak ve hukuki ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla getirilmiştir. Bu amaçla getirilmiş olmasına ve hak ve özgürlüklerin korunması ve hukuki ihtiyaçların karşılanmasında yeterli ve gerekli alt yapıya sahip olup olmadığının dahi tartışıldığı bir dönemde bunun, bireylerin hak arama özgürlüğünün kısıtlanması sonucunu doğuracak şekilde uygulanmasının kabulü mümkün değildir. İdari yargıda idarenin hukuksallığını denetlemenin tek aracı iptal davasıdır. Zımni ret kurumunun amacı, idarenin sessiz kalarak ilgiliye idari yargıda dava edeceği bir işlem vermemesi ihtimalini ortadan kaldırmaktır. İdarenin sessiz kalarak adaletin dağıtılmasına, hak arama özgürlüğünün kullanılmasına engel olması zımni ret müessesesi getirilmek suretiyle engellenmiştir.

Hukuka aykırı olduğu düşünülen bir işlem için zımni ret süresi ve buna eklenen dava açma süresi geçtikten sonra idareden gelen açık yanıtlara karşı süresi içinde dava açılabilmesinin önünde Anayasanın 125. maddesinin üçüncü fıkrası gereği herhangi bir yasal engel bulunmamaktadır. Herhangi bir nedenle zımni ret olanağını kullanmayan (veya kullanamayan) bir kişinin idarenin sonradan gelen açık ret işlemi üzerine dava açma hakkını kullanması Anayasanın 74. ve 125. maddeleri ile kurulan sistemin bir gereğidir ve başvuruya, yetkili organ tarafından sonradan verilen cevap üzerine, ilgilisinin cevabın tebliğinden itibaren süresi içerisinde dava açabileceği açıktır. Aksine bir yaklaşım idarenin zımni ret süresi geçtikten sonra tesis etmiş olduğu bir işlemi, dava konusu edilebilecek nitelikte işlem olma özelliğinden çıkarır ki bir hukuk devletinde bu yaklaşımın kabulü mümkün değildir.

Anayasanın "Yargı yolu" başlığını taşıyan 125. maddesinin 1. fıkrasında idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra 125/3. fıkrasında: "idari işlemlere karşı açılacak davalarda süre, yazılı bildirim tarihinden başlar." hükmü yer almaktadır Aynı şekilde Anayasanın dilekçe hakkını düzenleyen 74. maddesinde, vatandaşların kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikayetleri hakkında yetkili makamlara ve Türkiye Büyük Millet Meclisine yazı ile başvurma hakkına sahip oldukları, kendileriyle ilgili başvurmalarının sonucunun gecikmeksizin dilekçe sahiplerine yazılı olarak bildirileceği hüküm altına alınmış, herkesin bilgi edinme hakkına sahip olduğu aynı Anayasa maddesinde açıkça belirtilmiştir.

Yazılı bildirime ilişkin bu Anayasal kuralların yanında 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 7. maddesi; dava açma süresinin "Özel kanunlarda ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay'da ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gün" olduğunu hüküm altına almakta ve yine 7. maddenin 2. bendinde dava açma süresinin "İdari uyuşmazlıklarda yazılı bildirimin yapıldığı" tarihi izleyen günden başlayacağı belirtilmektedir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 10.maddesinde de;

"(1) İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler.

(2) Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştaya, İdare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler. Altmış günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgili bu cevabı, isteminin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebilir. Bu takdirde dava açma süresi işlemez. Ancak, bekleme süresi başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemez. Dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabilirler." hükmüne yer verilmiştir. Anayasa’da ve İYUK'da yer alan "İdari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin yazılı bildirim tarihinden itibaren başlayacağı" kuralı, idarenin kural olarak tek yanlı iradesiyle tesis ettiği idari işlemlerin kişiler hakkında uygulanabilmesi ve onların hukuki durumlarını etkileyebilmesi için idari işlemin bireye yazılı olarak bildirilmiş olmasını gerektirmektedir. Anayasa ve ÎYUK, idari işlemlerin ancak yazılı bildirimle tamamlanarak ilgililer bakımından hukuki etkilerini meydana getirdiği için dava açma süresinin yazılı bildirim tarihinden itibaren işlemeye başlayacağını hüküm altına almıştır.

Diğer taraftan; yazılı bildirimin, kişinin idari işlemin hukuka uygun olup olmadığını anlayabilmesine ve dolayısı ile dava açma hakkını kullanabilmesine imkan verecek açıklıkta olması gerekir. Dava açma süresinin işlemeye başlayabilmesi için ilgiliye yapılan yazılı bildirimin yetkili makamlarca usulüne uygun olarak yapılmış olması yetmez, ayrıca yazılı bildirimin açık ve anlaşılır bir biçimde olması da gerekir. Bireyin idari dava yolu ile idare karşısında haklarını koruyabilmesi için bu zorunludur. Nitekim Anayasamızın “Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması” başlıklı 40. maddesine 2001 yılında 4709 sayılı Kanun ile; “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” hükmü eklenmiştir.

Bu ek fıkranın gerekçesinde ise ”Bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkan sağlanması amaçlanmış, son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesi hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk haline gelmiştir.” açıklaması yapılmıştır. İlgili; kendisine yapılan yazılı bildirimden, hakkında alınmış olan karar veya tesis edilmiş bulunan işlemin hukuka uygun olup olmadığını inceleyebilme olanağına sahip olmalıdır. Bu sebeple yazılı bildirimin tam sayılması ve dava açma süresine başlangıç teşkil edebilmesi için işlemin nedenlerinin de yazılı bildirimde belirtilmiş olması gerekir.

Yukarıdaki hükümler uyarınca vatandaşların, 2577 sayılı Kanununun 10. maddesi uyarınca idareye başvuruda bulunulması üzerine; başvurunun Anayasanın 40. maddesi uyarınca yetkili makama geciktirilmeden ulaştırılması ve 74. maddesi uyarınca başvurunun sonucunun da gecikmeksizin ilgiliye bildirilmesi gerekmekte olup, ilgilinin haklarının zımni ret süresi ile sınırlandırılması yukarıda yer verilen yasal düzenlemelere uygun düşmemektedir.